Saklıkent’e 20 km olup buraya yarım saat kadar süren yolculuktan sonra ulaşılır. Patara Lykialılar tarafından kurulmuştur. Sikke ve yazıtlardan bilinen Lykia dilindeki ismi PTTARA’dır, Khaldaia dilindeki ,sehir anlamına gelen ptari ile karşılaştırılır. Ancak şaşılacak şekilde bu merkezde tek bir Lykia yazıtı bile ele geçmemiştir. Bu şehirle ilgili diğer söylenceler daha erken dönemlere aittirler. Alışılmış “eponym” kurucu burada da “Pataros” adı ile karşımıza çıkar; Apollon ile bir Lykia nymphesinin oğludur. Bir başka versiyonda ise Lapeon’un oğlu ve Ksanthos’un erkek kardeşidir, oysa Ksanthos diğer tüm kaynaklarda Tremiles’in oğlu olarak belirtilir; üçüncü bir değinmede ise Patara’yı kuran Apollon ile Lykia’nın oğlu Ikadus olarak geçer
Lykia kıyısının önde gelen limanlarından biri olan Patara uzun bir tarihe sahiptir.
İskender’in İ.Ö. 333’de şehri teslim aldıktan sonra, Atinalı general Phoikon’a gelir kaynağı olarak sunduğu dört şehir içinde Patara da yer alır; tarihçi bunun asil bir teklif olduğunu, ancak Phokion’un daha da asil bir davranışla bu öneriyi geri çevirdiğini söyler. İskender’den sonraki dönemlerde yapılan savaşlar sırasında Patara bir deniz üssü olarak önemli bir görev yüklendi; İ.Ö.315’de Antigonos ve Rhodos’u istilası sırasında 304 yılında da Demetrios buraya yerleşti. 3.yüzyılda şehir Lykia’nın diğer kısımları ile birlikte Mısır’ın kontrolu altına girdi; Strabon, Ptolemaios II’nin şehri restore ettirdiğini ve kızkardeşi-karısının serefine adını Arsione’ye çevirdiğini bildirir; fakat kısa zamanda eski isme dönüş yapılır. Şehir İ.Ö.196’da Suriyeli Antiokhos’un idaresine geçer ve Romalılarla Rhodosluların ısrarlı girişimlerine rağmen, Apamea’da İ.Ö.189’da yapılan ve elinde tuttuğu tüm topraklardan çekilmesini öngören antlaşmaya kadar onun yönetiminde kalır . Bunu izleyen yılda ise halen Patara’da olan gemilerinin bir bölümü Roma konsülünün emri ile yakılır. İ.Ö.88’de ilk Mithridates Savaşı sırasında kral Patara’yı bir defaya mahsus olmak üzere istila eder ve bir rüyasında durmaya ikna edilene kadar savaş araçlarının yapımı için Letoon’daki ağaçları kestirir.
İ.Ö.42’de Ksanthos felaketinden sonra, Patara’ya Brutus gelir ve şehrin teslim olmasını veya buna denk bir bedel ödemesini ister. Ksanthosluların daha sağduyulu olmalarını istemelerine karşın Pataralılar önce direnirler; Brutus onlara düşünmeleri için günün geri kalan kısmını verir ve ertesi gün Pataralılar teslim olmayı kararlaştırırlar. Plutarkhos’a göre davranışlarındaki bu değişiklik, Ksanthos felaketinin tekrarlanmasından korkan kimi kadın tutukluların, babaları ve kocalarını şehri teslim etmeye ikna edebilecekleri ümidi ile, Brutus tarafindan fidyesiz olarak serbest bırakılmalarının etkisiyle gerçekleşmiştir. Onlar Brutus’u, en akla yakın ve dürüst insan olduğuna inanarak temsil etmişlerdir. Buna karşın, Casius Dio başka bir versiyonla karşımıza çıkar.
Kadın mahkumların serbest bırakılmasına karşın istenen sonuç alınamamış; bu nedenle Brutus şehir duvarlarının dışında, güvenli bir yerde köle pazarı kurdurarak, erkek mahkumları bir bir satmaya başlamıştır. Bu uygulaması da etkili olmayınca, birkaç tanesini sattıktan sonra diğerlerini serbest bırakmıştır. En sonunda Pataralılar Brutus’ün iyi bir insan olduğuna karar vermişler ve daha fazla direnmeden şehri teslim etmişlerdir. Tarihçiler, Brutus’ün Pataralıları sürgün veya ölümle cezalandırmadığı, fakat ister özel ister devlet malı olsun tüm altın ve gümüşün verilmesini istediği konusunda hem fikirdirler. Ne de olsa para, Brutus’un Lykia seferinin asıl gerekçesidir.
Imparatorluk idaresi altında bulunduğu zaman süresince Patara, Lykia’nın en belli başlı şehirlerinden biri durumuna geldi; sadece Lykia Birliği’nde üç oy hakkına sahip olmakla kalmadı, aynı zamanda Roma bölge valiliği ve Birlik arşivinin korunduğu yer olarak da önem kazandı. Arşiv muhtemelen Apollon Tapınağı’nda saklanmaktaydı. Şehir “metropol” ünvanını aldı ve 4.yüzyılda Myra piskoposu Nikholas’ın doğıım yeri olarak Hıristiyan çevrelerce kendisine büyük bir onur bağışlandı.
Lykia’dakiler arasında en önemlisi olan Patara limanı Patara şehrinin, Appianos’un sözlerine göre, ”Ksanthos’un limanı” gibi kabul edilmesini sağladıysa da, günümüzde artık böyle değildir. Bu limanın yerinde bugizn açık alan bulunmaktadır, kış aylarında ve yer yer yaz aylarında da bataklık olan bu alan kuzey-güney yönünde 1.5 km. uzunluğunda ve yaklaşık 400 m. genişliğindedir; denizden düz kum tepecikleri ile ayrılır. Bazı bölümleri ise bugün ekinler altındadır. Yöre Kelemiş olarak bilinir, ancak burada köy bulunmamakta ve tamamıyla terkedilmiş bir görünüm arzetmektedir. Liman antik dönemde, kimi parçaları özellikle doğuda görülen bir duvarla çevrilidir. Brutus’un Pataralılarla olan pazarlığı ile ilgili antik bilgilerden, şehrin tümünün surlarla çevrili olduğunu öğreniyoruz, ancak günümüzde bu tür bir savunma yapısına ait kalintı görülememektedir. Şehire ait özel ve devlet yapıları limanın kenarları çevresine inşa edilmişlerdir. Doğuda limanın girişinde yer alan, güney uçtaki 40 m. yüksekliığindeki tepe dışında şehir düzdür.
Kalıntılara Ksanthos’dan Kaş’a giden yoldan ayrılan, oldukça düzgün bir yoldan ulaşılir. Bu yoldan gelen ziyaretçi ilk olarak üçüı kemerli ve bütün olarak korunmuş bir giriş kapısı ile karşılaşır. Bu kapı alışılmış Roma stilindedir. Kapının her iki tarafında ve kemerlerin yanıbaşında, yazıtlarından anlaşıldığına göre önceleri üzerlerinde büstler bulunan altı konsol yer alır; bu büstler Lykia-Pamphilya’nın İ.5.100’de valisi olan Mettius Modestus ve onun aile üyelerine aittirler, yapı da bu bilgiye göre tarihlenmektedir. Kuzey cephesindeki bir başka yazıt ise yapının “Lykialıların metropolü Patara’nın halkı tarafindan” inşa ettirildiğini söyler. Bu kapının batı kısmına doğru ise Klasik Dönem’de yüksek kaliteli Attika seramiğinin ele geçtiği alçak bir tepe yer alır; bu alanın uzun zamandır kayıp olan Apollon Tapınağı’nın kurulduğu yer olduğundan şüphelenilmiş, ancak burada da Patara’nın diğer yerlerinde olduğu şekilde kazı çalışması yürütülmemiştir.
Bu tepenin güney eteklerine yakın bir noktada ise, kemerli bir çatının birbirine bağladığı iki odadan oluşan bir yapıya rastlanır. bu mekan değişik şekillerde yorumlanmış, hamam veya tersane olarak değerlendirilmiştir. Oldukça kötü durumdadır. C Bazilikası da muhteşem bir eserdir. Daha da etkileyici olan batıdaki K tapınağının ise, kendisini saran yabani bitki örtüsünden temizlenmesi gerekmektedir. İ.S.2.yüzyıla tarihlenen bu yapı 6 m. yüksekliğinde kapıya sahip tek bir odadan oluşmaktadır ve duvar sıvası ile yapılmış çok zengin süslemeler içermekte olup, Korinth düzenindedir. Ören yerindeki bekçiye göre bu tapınak günümüzde Apollon Tapınağı kadar iyi bilinmektedir; bu olasılıkla antik kentte saptanabilen yegane tapınak olmasından ileri gelmektedir; aslında ünlü olmak için çok küçük ve sade bir yapıdır, öyle ki orijinal tapınağın geç dönemde inşa edilmiş bir örneği olarak bile düşünülebilir.
Bazilikanın güneyinde daha iyi korunmuş durumda hamam yapısı yer almaktadır, yazıtına göre “yüzme havuzları ve ek dekorasyonları ile birlikte” İmparator Vespasianus (İ.5.69-79) tarafindan, bu amaç için ayrılmış kaynak ile Birlik tarafından bağışlanan meblağ kullanılarak inşa ettirilmiştir. Birbirine kapılarla birleşen beş bölüm içermektedir; bu bölümler apoditerium (veya soyunma odası), frigidarium, tepidarium, caldarium ve sudatoriuma karşı gelmektedirler; ancak günümüzde bu özel işlevlere sahip bölümleri belirlememize yardım edecek bir iz kalmamıştır. Doğu uçtaki iki küçük odada firın bulunuyor olmalıydı. Duvarlardaki çok sayıdaki delik, mermer veya bronz kaplamaları tutturnıakta kullanılmıştır; söz konusu delikler yazıtlan da delip geçtiğinden daha geç dönemdeki bir ekleme olduğu anlaşılmaktadır.
Daha ileride, tepenin kuzeydoğu eteğinde tiyatro göze çarpar. Dikkate değer şekilde iyi korunmuştur, fakat cavea aşağıya inen kumla örtülmüş ve sahne binası da ağaçlar arasında kalmıştır. Burayı daha önce ziyaret edenlere göre 34 oturma sırası sayılmış olup, orkestra da yaklaşık 30 m. büyüklüğündedir. Tek diazomalıdır. Sahne binasının alt katı sahneye açılan beş kapı ve pencere içermektedir; üst katta kemerli pencereler görülür. Sahne binasının dış duvarı üzerindeki bir yazıtta, Patara vatandaşlarından biri olan Vilia Procula’nın, babasının inşa ettirdiği proskene binası ile heykelleri, mernier kaplamaları ile birlikte kendi yaptırdığı sahneyi İ.S.147’de Patara şehri, İmparator Antonius Pius ve şehrin tanrılarına adadığı belirtilmektedir; öte yandan üst blokta yer alan 11. oturma sırası ile aoditoriumun üzerindeki güneşlik de daha önce babası ve kendisi tarafından yaptırılmıştır. Fakat bütün olarak ele alındığında tiyatro bu tarihten önceye aittir; zira bir başka yazıtta Tiberius döneminde (İ.5.14-37) Apollon un rahibi’olan bir Polyperkhon tarafından yapılan onarımdan söz edilmektedir.
Tiyatronun üst kısmındaki tepeye akropolis adını yakıştırmak zordur. Oldukça savunmasızdır ve sadece ne olduğu belirsiz yapı kalıntıları ile bir kaç mezar içermektedir. Buna karşın en tepe noktasında, pek çok tartışmaya yol açan garip bir yapı bulunmaktadır. Çapı ve derinliği 9 m. olan dairesel formlu bir kuyunun ortasında taştan bir ayak yükselmektedir, kayadan kesilerek yapılmış dik merdivenler ise aşağıya inmektedir. Bu kuyunun yan kısımları aşağı bölümde kayaya oyularak yapılmıştır; bunun üst kısmında kayadaki boşluklar ise harç yardımı ile küçük taşlar yerleştirilerek doldurulmuştur. Zeminden itibaren 1.8 m. yüksekliğinde olan ortadaki ayak, özenle kesilmiş kare bloklardan oluşmaktadır; her bir sırada 3 blok vardır ve en alttaki dokuz sıra halen çok iyi durumdadır; bunun üzerindeki kısmın işçiliği daha kötüdür, kenarlar daha kısadır ve hepsi yerlerinden oynamıştır.
Bu kuyunun işlevi ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür. En anlamsız öneri ise bunun Apollon’un kehanetini temsil ettiği ,seklindedir; formunun bu amaca uygun olduğu düşünülse bile Herodotos’un açıkça belirttiği gibi kehanet yeri bir tapınakla ilişkilidir. Daha da ilgi çekici bir teori, bu öğenin limanın girişine inşa edilmiş bir deniz feneri olduğu şeklindedir; yeri ilk bakışta bu olasılığa uygun göriinmektedir. Ancak yapının yakınına gidildiğinde bu düşüncenin mantıklı olmadığı görülür; zira kuyu tepenin zirvesinde değil, aşağıda ve denizden uzak bir köşededir; öte yandan bir deniz feneri neden toprağın içine gömülü olarak inşa edilsin? BEAN’a göre, 1810’da Gell’in ileriye sürdüğü görüş şüphe götürmeyecek şekilde doğrudur, yani bir sarnıç olmalıdır. Günümüzdeki durumu yapının iki evreli olduğunu göstermektedir; ilk olarak ortadaki ayağın 9. örgü sirasına dek ulaşan sarnıcın kayaya oyulmuş erken evresi görülür, daha sonra ise yan kısımlara duvar örgiileri eklenerek genişletilmiş ve ayağın yüksekliği de arttırılmıştır. Merdivenin orijinal olduğu ise kesindir. Ayağın amacı yaz sıcağına karşı çatı örtüsünü taşıyıcı bir eleman oluşturmaktır, bu en başta muhtemelen yatay levhalar şeklindedir; daha sonra ise eğimli bir çatı elde edebilmek için bugün ki yüksekliğine getirilmiştir. Bu türden bir sarnıç erken dönemlerde Patara için çok önemlidir, çünkü şehir neredeyse tamamen akan sudan yoksundur. (Ziyaretçiler yanlarında su bulundurmalıdırlar! ) Aşağıda ayrıntılı olarak anlatılacağı gibi, daha sonra şehir su kemerleri beslenmiştir; çok sonraları ise bu sistem eskiyince, sarnıca ekler yapılmış ve bir kez daha hizmete girmiştir.
Liman ağzınin batı tarafında bir başka ilginç yapı yer alır ve bu büyük olasılıkla bir fener binasıdır. Geriye sadece temelleri kalmıştır ve bunlar da ne yazık ki sürüklenen kumların altındadırlar, bu nedenle çok az bir bölümü görülebilmektedir. Daha önce dikdörgen şeklinde basamaklı bir kaide görülebilmekte iken, bugiin basamaklar üzerinde yükselen dairesel binanın kalıntıları ile örtülüdür. Yazıtından bazı bloklar ele geçmiştir, herbiri bir kaç harf taşımaktadır, fakat korunmuş yegane sözcük “inşa edildi” kısmıdır. Harflerin oyuklarında yer alan delikler bunların bronz çubuklarla doldurulduğuna işaret etmektedir. Bu fener binası muhtemelen limanın gırişindeki, uzun zaman önce kumlar altında kalmış bir mendirek üzerinde yer almaktaydı.
Daha kuzeye gidildiğinde, cephesi üzerindeki yazıt yardımı ile saptanabilen Hadrianus Ambarı, çatısı dışında hala ayakta durmaktadır. Burada da yabani otlar büyük engel oluşturmaktadırlar. 60 m. uzunluğunda ve 24 m. genişliğindeki bina çapraz duvarlarla eşit büyüklükte sekiz odaya bölünmüştür; bunlar orijinalde kemerlidirler ve birbirlerine ön duvara yakın kapılar aracılığı ile bağlanırlar. Binanın cephesi ortada bir kornişle bölünmüş şekilde iki katlıdır; kornişin altında her bir odaya açılan sekiz kapı bulunmaktadır; her kapının üzerinde ve üst kata denk gelecek şekilde bir pencere yer almaktadır. Öte yandan iç kısım sadece tek kat halindedir. Cephedeki her pencerenin yukarısında, A kapısındaki üçüz kemerlerde olduğu gibi, büyük olasılıkla büstleri taşlyan çift konsollar bulunmaktadır.
Kuzeyde ambarın yakınında inşa edilmiş ve bir zamanlar gösterişli olan bir mezarın kalıntıları görülür. Tapınak formundadır, liman tarafindaki basamaklarla çıkılır ve ön cephesinde dört sütun yer almaktadır. Duvarlarından biri hala ayaktadır ve dış yiizeyi yarım sütunlarla süslenmiştir, ayrıca işlemeli panellere sahip kemerli çatının bir kısmını hala taşımaktadır.
Kapılardan sadece biri yarısına kadar ayaktadır. Iç kısımdaki duvar bloklarının uç kısımları paralel kenarlar boyunca dışarı taşmaktadır; bunlar binanın yapımı sırasında blokların kenarlarının tahrip olmaması için bırakılmışlardır, kesilmiş olmaları gerekirken nedense bu işlem hiçbir zaman yapılmamıştır. Bu civarda başka mezarlar da vardır; bunlardan bazıları kavisli kapağa sahip lahitlerdir.
İçme suyu erken dönemlerde Patara için muhtemelen sorun olmuştur; yukarıda da belirtildiği gibi şehirde hiç su bulunmamaktadır. Roma döneminde suyun şehre getirilmesini sağlayan ve parçaları hala görülebilen su kemerlerinden biri kentin batısında, diğeri ise doğusunda yer almaktadır. Ksanthos Irmağ’nın öte yanında, Özlen yakınında, poligonai duvarlara sahip bir Roma su kemerine ait kısa bir bölüm bulunmaktadır; bu Patara’dan çok Ksanthos’a hizmet vermiş olmalıdır. Diğer biri ise Patara’nın 8 km. doğusunda, Kalkan’ın üst kısmındaki tepede olup daha alışılmamış bir tipdedir. Zemine açılmış bir çukur 6 m. yiiksekliğinde ve 400 m. uzunluğunda bir duvarla kesilir; büyük bloklardan oluşan poligonal örgiiye sahip olup, giriş iki kapı ile sağlanır. Su kanalı bunun üzerinden geçmekte ve orta kısmı boyunca oyulmuş kare bloklardan oluşmaktadır. Şehrin yakın çevresinde bu su kemerine ait hiçbir kalıntı bulunmarnakla birlikte, söz konusu sistem kuşkusuz Patara’yı beslemekteydi.
Roma öncesi döneme ait su kaynakları hakkında tiyatronun bulunduğu tepedeki sarnıç dışında bir iz bulunmamaktadır. Bunun da tek başına şehir için yeterli olmadığz açıktır. Bugünkü durumunda en çok kapasitesi 140.000 galondur. Hergün kişi başına bir galon su harcandığı ve sarnıcın kış boyunca yağmurlarla beslendiği kabul edilirse, yaklaşık 800 kişi için su sağlayacak büyüklükte olduğu söylenebilir. Hellenistik Dönem’de Patara’nın nüfusu bu rakamın en az on katıdır (bakınız Ek). Ve bu dönemde de sarnıç şimdi olduğundân daha küçüktiir. O halde suyun geriye kalanı kuyulardan sağlanmaktaydı; limandaki su kuşkusuz içilemez ve alternatif oluşturan yegane kaynak 6 km. uzaklıktaki Ksanthos Irmağı’dır.